Thursday, July 30, 2009

Selnikte ikinci gun

12 saat tren yolculuğu ve ilk gün koşuşturmacasının ardından doğal olarak gece kafamızı yastığa koyduğumuz gibi uyuduk, ama ertesi günü hesaba katıp saatlerimizi kurmuştuk. Yapılacak cok sey, ziyaret edilecek çok yer ama az zaman vardı ( Jack Bauer tadı yakalamak istiyor şair burada )

Sabah ilk iş olarak bir SIM kart alalım da mobil olarak internete bağlanabilelim dedik ama Vodafone Greece sağolsun konturlü hat satarım ama internete çıkartmam dedi ve böylece bütün planlarım alt üst oldu. Ziyaret etmeyi planladığımız tüm yerleri google maps mobile üzerinde işaretlemistim.
Internet yok bari ulaşılabilir olalım diyerek SIM kart aldıktan sonra rezervasyon yaptığım arabayı teslim almaya gelmişti sira. Nasıl şanslı insanlarsak Budget'in ofisinin bulunduğu sokaktan şehirde iki tane vardı ve biz de Murphy yasaları gereğince ilk önce yanlış olanına gittik. Büyük ugraşlar sonucu sehrin tam göbeğindeki ofisi bulduğumuzda tatili planlama aşamasında en çok tedirgin olduğum konuyla yüzleşme zamanı gelmişti.

Araba kiralamak için iki ay öncesinden araştırmalara başlamıştım, en mantıklı arac/fiyat oranını sunan Budget'in sözleşmesini okurken şartlar arasında AB ülkeleri vatandaşı olmayanlar için uluslar arası ehliyet isteniyordu. Mail ile kurduğumuz iletişim sonucunda bunun şart olduğunu belirtseler de forumlarda sorun olmadığını okumuştum ama içime kurt düşmüştü bir kere. Bu uluslar arası ehliyet denilen nane de Türkiye Turing ve Otomobil Klubu tarafından yaklaşık 100€ karşılığında verilip muhtemelen Türkiye dışında kimse tarafından bilinmeyen ve resmi geçerliliği olmayan, çeşitli dillerde yazılı defter gibi birşeydi. Ben de doğal olarak almadığım için, kiralama sırasında sorun çıkma ihtamli yüksekti ve bütün seyahat planlarımızı araba ile yapmıştık.
Kiralama sırasında görevli kadının uluslar arası ehliyetiniz var mı sorusuna geyet cool bir şekilde "işte bu uluslararası ehliyet baksana üstünde ingilizce de yazıyor daha ne olsun" cevabını verdim ve abla kuzu kuzu yaptı işlemleri, çok rahatlamıştım. 10 dakika sonra kurbağa yeşili Opel Agila'mıza kavuşmuştuk.

Yunanistan'ın kuzeyinde en iyi plajların Halkidiki yarım adasında olduğunu öğrendiğimden o tarafa doğru yola koyulduk. Selanik - Halkidiki yolu gayet şahane, yol üzerindeki tabelalara bakarken Nea Moudania tabelası ilgimizi çekti ve saptık. Tahmin edilebileceği gibi burası mubadele ile bizim Mudanya'dan göç edenler tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi. Şehrin kuzey batıya doğru bakan gayet guzel bir plajı var, burada biraz denize girip çıktık ve havanın kapanması ile beraber havanın daha açık gözüktüğü yarım adanın güney ucuna doğru gidelim dedik. GPS üzerinden plajları bulup en yakın olanını seçtik, nispeten kolay ulaşılabilir bir plaj olduğundan 15 dakikalık yolculuk sonucu vardik fakat beğenmeyerek daha uzak bir plaja doğru yola çıktık ama bu sefer cihaz bizi plaj olarak işaretlenmis ama solda görüldüğü gibi adam kesseler kimsenin haberi olmayacak bir yere götürdü. Öğlen vakti arabada yolculuk etmenin verdiği sıkıntı ile burada yüzdük biraz ve 15 dakika güneşlendikten sonra kaçtık arkamıza bakmadan. Şansımızı bu sefer yarım adanın doğuya bakan tarafındaki bir plajda deneyelim dedik GPS bu sefer de bizi arabayı yarı yolda bırakıp deniz kıyısından kayalıklar arasından 15 dakika yürüme mesafesindeki düzgün bir yere yönlendirdi. Emin olmamakla beraber Nea Fokea'nin güneyinde kalan bir plajdı. Bu bölgede deniz girişte taşlık olsada 10-15 metre sonra zemin kum, su pırıl pırıl. Sahil şeridi boyunca beach club tarzı yerler mevcut, giriş parali olmasa da bir şeyler yemek icmek şart, fiyatlarda 2 şer kola-tost 14 euro civari.

Bütün gün burada takıldıktan sonra Selanik'e geri dönmek üzere yola çıktık ama daha önce dedelerimin doğduğu Langaza'yi görmeye gittik. Burası şu anda yaklasik 16 bin kişinin yaşadığı bir yerleşim bölgesi. Oradan göç eden büyüklerden hayatta kalan kimseyle görüşemediğim için buraya yaptığımız ziyaret gezip görmekten ibaret oldu.

Langaza'dan çıkıp otele döndükten sonra yemek için bu sefer bir önceki akşam gittiğimiz mekanın yanındaki yere gitmeye karar verdik. Burası mezeden ziyade daha çok et yemekleri yapan bir yerdi ve biz de doğal olarak damarlarında asil kan dolaşan her Türk gibi ortaya karışık ızgara siparişi verdik. Fiyatlar yandaki mekana göre daha uygun. Bu arada her iki mekanın da bulunduğu meydan sanirim burasi. Bu mekanlarda en çok dikkatimizi çeken şeylerden birisi 20 masaya 3-4 garsonun bakmasıydı. Şef, komi gibi olaylar yoktu ve adamlar arı gibi vızır vızır çalışıyordu.

Bir sonraki yazı Meteora üzerinden Atina.

No comments:

Post a Comment