Tuesday, July 28, 2009

Tren yolculugu ve Selanikte ilk gun



İstanbul'dan Selanik'e tren 21:00 da kalkacaktı ve ben her zamanki gibi tez canlı ve hafiften de paranoyak bir insandım, darlandım duramadım yerimde ve 18:30 gibi evden çıktık. Bavullarımız tahtadan olmasa da heyecanlıydık.
Erken çıkmamızın sebepleriden birisi de trene binmeden almamız gereken malzemeleri toparlamaktı ama gel gör ki ilk golü garda yedik. Emanet dolapları çalışmıyordu! Mecburen önce ben sonra Arzu nöbetçi olarak kaldı dolapların başında diğerimiz dışarı çıkıp alınması gerekenleri toplarladı.

Sağda solda "Türk treni daha iyiymiş Yunan treninden" diye okumuştum ama bizim sefer hangi trenleydi bilmiyordum. 20:30 gibi tren gara yanaştı Türk treni oldugu için şanslıydık.
Kompartımana eşyalarımızı yerleştirdikten ve kurcalanabilecek ne varsa kurcaladıktan sonra ilk tepkim "Yaşanır ki burda" oldu. Dolap, buzdolabı, lavabo, çalışmayan ama lcd oldugunu tahmin ettiğimiz bir cihaz ve nasıl değişterirseniz değiştirin pek etkisi olmayan klima kontrolleri ile şahane bir ortam yaratmışlar, sevdim ben.

Yolculuk başlamadan görevliler gelip bilet kontrolü yaptılar, hava kararırken de yola çıktık. Kompartımanda merdivenin şekilsiz yerini değiştirdikten sonra düşmesini engellemek için yıllardır McGyver izlemenin getirdiği tecrübe ile fotoğraf makinesinin kordonu kullandım çok şahane oldu.

Yola çıktıktan sonra doğal olarak "kaç yapıyodur lan bu alet" diye merak edip açtım GPS'i izlemeye başladım. İstanbul dışına çıktıktan sonra ortalama 70 km/s hızla seyahat etmeye başladık, arada 90 ları görsem de Yunanistan tarafına geçtikten sonra alet uçmaya basladi. Vagonlar hem sarsıntısız ilerlemeye başladı hem de 150 nin üzerine çıktı.

Tren Türk gümrük kapsına gece 1 e doğru varıyor, polis pasaportları topladıktan sonra yarım saatte iade etti, Yunan polisi de hiç bekletmiyor, bununla beraber bagaj kontrolü var ile yok arasında, sınırdan rahatlıkla atom bombası geçirilebilir.

Sabah 10 gibi Selanik garına vardıktan sonra taksiye binmeyerek yürüyerek oteli bulmaya calistik, GPS'in pilinin bitmesi ile beraber sancılı bir süreç yaşamamıza rağmen 11 civarı otele varınca resepsiyon bizi daha çok erken diye azarladı, boynumuzu büktük eşyalarımızı bırakıp karnımizı doyuralım bari dedik.
Selanik pazar sabahı bir sayım günü gibi şendi. Yemek yediğimiz mekanın önünde arabalar durup paket bir şeyler aldıktan sonra basıp gidiyordu. Bütün şehir nerede derken bu arkadaşların kendilerini deniz kıyısına attıklarını tahmin etmek pek zor olmadı, o zaman biz de gidelim dedik doğal olarak. Otele dönüp odamıza yerleştik ve otobus duraklarında gayet şahaneymis gibi resmini bastıkları Perea denilen yere gitmeye karar verdik. Böyle bir cennet köşesi gibi resimleri olmasına rağmen bu mekan özünde bir Kumburgaz'dan bir Büyükçekmece'den farkli değil onu belirtmem şart. Ulaşım için anlayabildiğim kadarı ile Selanik'te 2 merkez otobüs duraği mevcut. Birisi kentin batı tarafında tren garı, diğeri doğu tarafında IKEA mağazasının orası. Bu kofti mekana da IKEA durağından 72 no'lu fantastik otobüsle ulaşmak mümkün.Fantastik demişken bu konuya değinecegim elbette. Otobüs biletleri caddelerde adım başı var olan kiosklardan alınabileceği gibi otobüslerin içinden de alınabiliyor. Bilet 1€, günlük bilet ise 2€. Kiosklarda günlük bilet yok sanırım bu yüzden otobüse bindikten sonra bilet almak daha mantıklı. Eklemeden geçemeyeceğim bir başka konu ise otobüs durakları. Sanırım bütün otobüslerde GPS mevcut ve yerleri belirlendikten sonra beklediğiniz duraktan hangi otobüsün kaç dakika sonra geçeceği bilgisi görülebiliyor. Şahane olmuş, Selanik belediyesi çalışıyor diye geçirdim içimden.
IKEA durağına giden otobüs yol üzerinde teyzesinden apaçisine kadar bir yığın atletli, elinde şemsiyesi havlusu olan insanı topladıktan sonra apaçiler ortama cep telefonlarından müzik yayını yapmaya başladı. Beyaz şahin + 5 sap konseptinin repertuarından güzel örnekleri veren arkadaşlar popun kralına saygı duruşu mahiyetinde Smooth Criminal çalmaya basladiği sirada 'eci böri bokke' diyerek moonwalk ile kombine uzak doğu dövüş sanatlarının en güzel örneklerini tatbik edecektim ki üstlerinde dedim burasi avrupa, insanlar diğerlerine tahammül edebiliyor ne guzel ( yemedi evet, noolmuş deplasmandaydım sonuçta ). Son durakta otobüs kapılarını açtığı gibi bu elit topluluk 72 no'lu otobüse doğru atağa kalktı ama metrobüs tecrübesi olan biz çevik İstanbul insanları olarak tahta koltuklarımıza kurulmuştuk bile. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra bilinmeze doğru yol alırken Arzu tipini begendiği bi kızı referans aldı ve o nerde inerse biz de orada inerek onun bizi düzgün bir yere götürmesini umut ettik. Ama hatun yolun karşısına geçti ve diğer yöndeki otobüsü beklemye başlayınca iş başa düştü diyip plajı bulduk. Plaj tahminimce 5 km kadar var, kumu fena olmasada deniz rüzgar nedeniyle dalgalı ve yosunluydu, 1-2 daldıktan sonra vaz geçip kumsalda bir şeyler atıştırdık ve geri döndük.
Saatler ilerlemiş ve doğal olarak karnımız acıkmıştı. Düzgün bir akşam yemeği için kendimizi dışarı attık otele yakin bir yerde mezeci olduğunu tahmin ettiğimiz bir yere oturduk. Abiler bize ilk başta meze önerse de, bizimkiler ile aynı şeyler olduğundan peynir, domuz eti ve şarap denemeye karar verdik. Standart bir Türk insani olarak 15 çeşit peynir arasından seçim yapamayıp garsona şöyle ortaya azar azar bi karışık yapsak mı diye sorduk ama cevap olumsuzdu rastgele bi tane seçip yedik guzeldi. Fiyatlara gelirsek peynir 4.5, salata 7, domuz kavurma 6.5 yarim litre sofra sarabi 3.5 € idi sanirim. 25€ civarina karnimizi doyurduk.
Bu olaylardan 3 gün sonra Atinadan bu yazıyı gecenin bir yarısı yazarken, bir yandan unuttuğum bir şey var mı diye düşünüp bir yandan da nasil bitirebileceğime karar veremezken uyumak en güzeli dedim.
Pek yakinda Selanikte 2. gun, Halkidiki yarim adası, GPS'in becerizsikliği ve serin sulara kavuşma.

No comments:

Post a Comment