Sunday, September 6, 2009

Atina Günleri

Gece yarısına doğru Atina'ya varıp açlığımızı giderdikten sonra direk yatıp uyumuş ve sabah erken kalkmıştık. Bir önceki gün yaşadığımız meteora faciasındna sonra ertesi gün deniz ve güneş sefası yaparak geçirmeye karar verdik. İstanbul'u göz önüne alarak Atina merkezinden denize girilebilecek en yakın sahile 100+ km araba kullanmayı göze almıştım, tek sorun nereye gideceğimizi bilmiyor oluşumuzdu. Uygun yer için uzun zamandır Yunanistanda yaşayan Alişer'in asistanı Derya'ya başvurduk o da bizi Glyfada'ya yönlendirdi. Atina'nın merkezinden o tarafa doğru tramvay hattı mevcut fakat biz arabayla gitmeye karar verdik ve yola çıktık. Atina sahil şeridinde sıra sıra beach club olarak tabir edilebilecek yerler ve halk plajları mevcut. Sahil genel olarak kumdan ziyade çakıl taşı ve kayalık. Yol boyunca şurası mı burası mı derken Glyfada'yı geçip Vouliagmeni'ye vardık.
Burada bizim Fenerbahçe Parkı gibi bir yer bulduk. Parkın plajı beklediğimiz gibi çok geniş değildi fakat kum yerine gayet güzel çimenler mevcuttu parkta. Bununla beraber yiyecek ve içecek satılan büfe tarzı bir yer ve duşlar da vardı. Deniz ise şehir merkezinden 20 km. kadar uzakta bir mekandan beklenemeyecek kadar temizdi. İstabul'da şehir içinde Bostancı gibi plajlar mevcut fakat ikisini karşılaştırmak saçma olur. İnsanlar saat 3 gibi mesailerini bitirip işlerinden ayrıldıktan sonra eve gitmeden direk plajlara akın ediyorlar, ve sahildeki her 3 kişiden 5'i ellerinde tahta raketler ile yandan yemiş tenis benzeri bir oyun oynayarak "tak tak" sesleri ile bizim gibi buna alışık olmayan insanların sinirlerini bozuyorlar. Yunanistan'ın genelinde bu oyun plajların milli sporu olarak kabul edilmiş durumda. Hatta bazı plajlarda insanlar neredeyse sırt sırta vermiş şekilde oynayarak bütün plajı kaplıyorlar ve denize girmeye çalışırken arada kafaya top yemek olası.
Sahilde akşam üstüne kadar takıldıktan sonra Atina'ya geri döndük ve şahane manzaralı terasta mangal sefası için hazırlıklara başladık. Alişer'in de benim gibi et ve mangal konusunda herhangi bir sınır tanımadığını, misafirini uçurduğunu bildiğimden bu konuda gayet rahattım. Burak'la beraber Atina'nın kasaplarını keşfetmişler ve onlardaki bu potansiyeli görenler tarafından kral müşteri kategorisine terfi etmişlerdi kolayca. Tadı Tekirdağ rakısına benzeyen şahane bir de yerel rakı ( uzo değil evet, rakı ) bulmuşlardı bir yerleden biz de kendilerini mahcup etmemek için sofranın hakkını verdik elimizden geldiği kadarı ile.
Atina'da kaldığımız 4 gün içinde denize girmek için tekrar Vouliagmeni civarına gittik, bu sefer oradaki restoran/plaj gibi paralı tesisleri tercih ettik. Harita üzerinde yerlelerini bulamadığım için link veremiyorum ama link verdiğim parktan 1-2 km. kadar ileride yer alıyor bu mekanlar. Giriş ücreti adam başı 5€, bu fiyata sadece şezlong ve şemsiye veriyorlar fakat içeride yiyecek içecek fiyatları pahalı değil, dışarısı ile hemen hemen aynı. Denize girerken plaj kum olsun, rahat rahat şemsiye gölgesinde şezlonglarda yatayım derseniz bu tarz bir seçim yapmak çok daha mantıklı.
Atina'ya kadar gelmişken ve kaldığımız evin karşısında Akropolis varken ziyaret etmemek ahmaklık olurdu. Fakat bu sefer tecrübeliydik ve meteora gibi olmayacaktı. Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık ve saat 8 de kapılar açıldığı gibi içeriye giriş yaptık. Akropolis hakkında internette çok fazla içerik ve resim olduğundan buraya birşeyler yazmanın gereği yok. Ama nacizane fikrimce içerik açıkısından Efes çok daha zengin fakat daha bakımsız. Bu arada Akropolis'in restorasyonu 1986 dan beri devam ediyor ve her yıl "abi valla bitiriyoruz bu sene nimet çarpsın ki" diyerek UNESCO dan uzatma talep ediyormuş arkadaşlar.
Açık hava müzesi ziyaret edildikten ve yavaş yavaş sıcak bastıktan sonra hiç durmadan direk müzeye geçmek lazım. Girişi 1€ ve Atina sıcağında dahi içeride üşümek mümkün giderken uzun kollu birşeyler almakta fayda var. Müzenin özellikle en üst katı muhteşem, ayrıca çok güzel bir kafetaryası mevcut. Atina ziyaretinin bir tam günü Akropolis ve müzeye ayrılabilir, sıkılırsanız müzede bir kenara büzüşüp dinlenebilirsiniz uzun süre kimse yadırgamıyor.
Atina'nın gece hayatını yaşamak için pek hevesimiz olmadığından burada pek bilgi veremiyorum, genelde yemek yemek için iki adım yanımızda olan Plaka'ya çıktığımızdan ve akşamları terasta takıldığımız için keşfetme şansım olmadı.
4 gün Atina'da kalmanın yeterli olduğuna karar verdikten sonra sabah erkenden yola çıkmaya karar verdik ve 6 gibi uyandık. Yunanistan gezimize devam edecektik, ama küçük bir sorun vardı. Nereye gideceğimize henüz karar vermemiştik ve arabaya binip o saatte açık benzinci ( 24 saat açık değil bazıları ) bulup depomuzu doldurduktan sonra bilenmeyene doğru yola çıktık.

Sunday, August 9, 2009

Selanik - Meteora - Atina

Selanikte iki gece konakladıktan sonra, sabah erkenden Yunanistan'da görülecekler listesinin ilk sırasında olan Meteora'ya doğru yola çıktık. Yunanistan içerisindeki ilk şehirler arası yolculuğumuz olacağı için biraz tedirgindim, bir gün boyunca Selanik civarında araba kullanırken edindiğim deneyimler sonucu, Yunan şöförlerinin arasındaki maganda sayısı bizimkilerle karşılaştırıldığında gayet azdı. Bu arada seyahatimiz boyunca 104.7 frekansından yayın yapan Rock Radio bizi çok mutlu etti, söylemeden geçmeyelim dedim.
Selanik'ten yola çıktıktan sonra bir süre Atina yolundan devam ediyoruz, Alexandria sapağından yolumuz batıya doğru devam ediyor. Otobana girişte 2€ para ödemek gerekiyor, Türkiye'deki gibi önce fiş alıp daha sonra çıkış yaptığınız yere göre ödeme yapma sistemi burada yok, gerçi ben buradaki sistemi pek çözemedim, arada bir otobanlar boyunca gişelere girip 1.70-3€ arası para ödedik ama neye göre kime göre ödedik pek çözemedim. Parayı ödedikten sonra "çokmuş lan 2€ ne kadar yol gidicez ki" diye düşünüyor insan öncelikle ama yolları gördükçe hak veriyorum adamlara. Yol boyunca bir sürü tünel var, dağları Ferhat misali delik delik deşmiş abiler, asfalt pürüzsüz en ufak çukur ya da yama yok. Hız sınırı otobanlarda 130 km/s fakat viyadük ya da tünel olan yerlerde 80-100 km/s arasında değişiyor zaman zaman. İlk başta bunları sallamam basar giderim ben diye düşünsem de, hız limitinin değiştiğini gösteren tabelaların hemen ardından hız kontrol kameralarının olduğunu gösteren işaretler ve çoğunun ardından gelen cihazları görünce biraz tedirgin oldum. Her Türk gibi "bunların çoğunun içi boştur var ya kesin" diye düşünsem de, korkmuştum bir kere, paşa paşa hız limitlerine uyarak yolumuza devam ettim.
Selanikten çıktıktan sonra bizi ilk karşılayan büyük yerleşim yeri Veria. Yoldan geçerlen gayet net görüldüğü üzere Vermion Dağının eteklerine kurulmuş aşağı yukarı 50.000 nufuslu bir yerleşim yeri. Şehire doğru gördüğüm tabelalardan anlayabildiğim kadarı ile kış sporlarının yapılabildiği tesislere sahip bir yerleşim yeri. Bir de Büyük İskender'in babası Philip'in mezarının olduğu şehirmiş. Arzu'ya uğrayıp merhumun ruhunu üç kulhuvallah bir elham okuyalım dediysem de beni pek ciddiye almadı tabi, yolumuza devam ettik.Grevena sapağından otoyoldan çıktıktan sonra bu sefer de Kalabaka tabelalarını takip ederek sürdürdük rotamızı.Selanik'ten yola çıktıktan yaklaşık 3 saat ve 200 km sonra hedefimize vardık. Bu arada Yunanistan'da benzin istasyonlarının bazılarında kredi kartı geçmeyebiliyor, benzin almadan önce sormakta fayda var, ayrıca pazar günleri kapalılar ve 24 saat çalışmayabiliyorlar.Garip ama böyle.


Meteora, 1998'den beri UNESCO'nun dünya mirası listesinde olan bir bölge. Gayet iyi korunmuş durumda.14 yy'da Osmanlı'nın şimdiki Yunanistan'ın bulunduğu bölgeyi ele geçirmesi ile rahipler kendilerini güvene almak için bu iç bölgelere çekilip kayalıkların tepelerine manastırları inşa etmişler. 20 kadar manastır inşa edilse de şu anda sadece 6 tanesi ayakta ve halen aktif olarak kullanılıyor. Her birinin kapalı olduğu günler farklı, bizim ziyaret ettiğimiz gün Great Meteoron olarak bilinen en büyük manastır kapalıydı. Manastırlar halen aktif dini bölgeler olduğu için ziyaretçilerin bu bölgelere saygı duyulması talep ediliyor, eğer şort ya da t-shirtünüz çok açık ise örtebileceğiniz şalları kullanabiliyorsunuz ücretsiz olarak. Ama manastırlara giriş her birisi için 2€. Hesaplayan adamlardan birisi olarak "burayı günde x kişi ziyaret etse, 6 manastırdan günde şu kadar ayda şu kadar" diye yaptım tabi ki hesabımı, çılgın para kaldırıyor rahipler. Ayrıca satılan hediyelik eşyalar gereksiz derecede pahalı onu da söyleyeyim.
Manastırların çoğuna artık ulaşım nispeten kolay hale getirilmiş, arabayı park ettikten sonra bir kaç yüz merdiven çıkmanız yeterli, öğle sıcağında yaptığımız ilk manastır ziyaretinden sonra Arzu yaşlı teyzeler gibi tansiyonunun düştüğünü iddaa edip arabada kaldı. Baştan pes edecekler için en aşağıdaki manastıra çok yakın bir yüzme havuzu var, keçiden evrilmeyen arkadaşlar burada paşa paşa takılsın baştan. Bütün hepsini ziyaret etmeye kalkarsanız bine yakın merdiven çıkıp inmeniz olası.İşte bu sebeplerden ötürü rahipler ilahi asansörleri icat etmişler. İki yaka arasında ya da yukarıdan aşağıya uzanan kablolara bağlı sepetler ile yaşlı rahipler manastırlara ulşabiliyorlar ki bana göre ha sırat köprüsü ha bu asansörler bi farkı yok. Amcalara bayağı antrenman yapıyorlar.
İnmek çıkmak bu kadar zorken bu binaların nasıl yapıldığını pek kafam almadı, uzaylı işidir kesin dedim bir yandan da okullarda bize Osmanlı'nın herkese karşı hoşgörülü olduğunu anlattıkları geldi.
Soldaki kabartmada tahminimce Meteora'nın Osmanlı'dan kurtuluşunu temsil etmek için yapılmış. Yaklaşık 4-5 saatte bütün manastırları gezip şahane resimler çektikten sonra arabamıza atlayıp Atina'ya doğru yola çıktık. Rotamız bu sefer Thermopylae'nin hemen yanından geçiyordu, bu kadar yakına gelmişken Gates of Fire gibi şahen bir kitap 300 gibi boktan bir filmde bahsedilen efsanevi Termofil Savaşı'nın yaşandığı yeri görmeden geçmeyelim dedik. Savaşta Pers ordusunun nufusu zamanla uzayan mesafeler gibi siz deyin 3 ben diyeyim 5 milyona dayanmış durumda. Çeşitli rivayetler var bu konuda.
Savaşın geçtiği coğrafya depremler sebebi ile çok değişmiş durumda, deniz kilometrelerce uzağa gitmiş. Savaş alanı olarak belirtilen yer şu anda ova gibi dümdür bir yer, alanda sadece Kral Leonidas'ın heykeli ve olanları anlatan bir tabela mevcut. Şehre doğru biraz ilerleyelim belki müze ya da hediyelik eşya satan bir yerler bulabilir belki dediyek de, elimiz boş geri döndük ve Atina'ya doğru yolumuza devam ettik.
Atina'ya yaklaştıkça trafik İstanbul'a benzemeye başlıyor, motorsikletler çılgınlar gibi. Trafikte yüzlerce kebapçı kuryesinin olduğunu kafanızda canlandırın yeter. Atina'ya vardığımızda Alişer'in evinin sokağının Yunan alfabesinden latin alfabesine çevrilmesinde oluşan hatalar sonucu çok uğraştık, en sonunda arabayı rastgele uygun gördüğüm, daha sonra Alişer'in tabiri ile "Atina'nın Galatasaray Lisesinin önü" olan bir yere bıraktıp ve ankesörlü telefon aramaya gittim. Bu arada Atina trafiği şahane, dörtlü flaşörleri yaktıktan sonra herşey serbest gibi geldi bana. Yolun ortasında arabayı bırak git, mis.
Ankesörlü telefondan telefon açma denememde başarısızlıkla sonuçlandı saatlerdir araba kullanmanın verdiği yorgunlukla ( sonradan öğreniyoruz ki alan kodundan önce sıfır çevirmeye gerek yokmuş ) örümcek hislerim ve google maps'teki haritadan fotoğrafik hafızamda ( bak sen ) kalan kalan bilgi kırıntılarını birleştirerek evi direk buldum, hatta zile bastım, tam isabet!
Saat 10 gibi Burak ve Ceylan'ın terastaki evlilik kutlamasına yetişmiştik. Onları tebrik ettikten sonra açlıktan gözümüz döndüğü için, hadi bişeyler söyle de yiyelim dedik ama orası Yunanistandı tabiki, o saatte 100€ bahşiş versen kimsenin eve servis yapmadığını öğrenince Plaka'ya gidip bişeyler yedik ve eve gelip direk kafayı vurup yattık.

Bir sonraki yazı, Akropol'e karşı mangal keyfi ve Atina günleri.

Thursday, July 30, 2009

Selnikte ikinci gun

12 saat tren yolculuğu ve ilk gün koşuşturmacasının ardından doğal olarak gece kafamızı yastığa koyduğumuz gibi uyuduk, ama ertesi günü hesaba katıp saatlerimizi kurmuştuk. Yapılacak cok sey, ziyaret edilecek çok yer ama az zaman vardı ( Jack Bauer tadı yakalamak istiyor şair burada )

Sabah ilk iş olarak bir SIM kart alalım da mobil olarak internete bağlanabilelim dedik ama Vodafone Greece sağolsun konturlü hat satarım ama internete çıkartmam dedi ve böylece bütün planlarım alt üst oldu. Ziyaret etmeyi planladığımız tüm yerleri google maps mobile üzerinde işaretlemistim.
Internet yok bari ulaşılabilir olalım diyerek SIM kart aldıktan sonra rezervasyon yaptığım arabayı teslim almaya gelmişti sira. Nasıl şanslı insanlarsak Budget'in ofisinin bulunduğu sokaktan şehirde iki tane vardı ve biz de Murphy yasaları gereğince ilk önce yanlış olanına gittik. Büyük ugraşlar sonucu sehrin tam göbeğindeki ofisi bulduğumuzda tatili planlama aşamasında en çok tedirgin olduğum konuyla yüzleşme zamanı gelmişti.

Araba kiralamak için iki ay öncesinden araştırmalara başlamıştım, en mantıklı arac/fiyat oranını sunan Budget'in sözleşmesini okurken şartlar arasında AB ülkeleri vatandaşı olmayanlar için uluslar arası ehliyet isteniyordu. Mail ile kurduğumuz iletişim sonucunda bunun şart olduğunu belirtseler de forumlarda sorun olmadığını okumuştum ama içime kurt düşmüştü bir kere. Bu uluslar arası ehliyet denilen nane de Türkiye Turing ve Otomobil Klubu tarafından yaklaşık 100€ karşılığında verilip muhtemelen Türkiye dışında kimse tarafından bilinmeyen ve resmi geçerliliği olmayan, çeşitli dillerde yazılı defter gibi birşeydi. Ben de doğal olarak almadığım için, kiralama sırasında sorun çıkma ihtamli yüksekti ve bütün seyahat planlarımızı araba ile yapmıştık.
Kiralama sırasında görevli kadının uluslar arası ehliyetiniz var mı sorusuna geyet cool bir şekilde "işte bu uluslararası ehliyet baksana üstünde ingilizce de yazıyor daha ne olsun" cevabını verdim ve abla kuzu kuzu yaptı işlemleri, çok rahatlamıştım. 10 dakika sonra kurbağa yeşili Opel Agila'mıza kavuşmuştuk.

Yunanistan'ın kuzeyinde en iyi plajların Halkidiki yarım adasında olduğunu öğrendiğimden o tarafa doğru yola koyulduk. Selanik - Halkidiki yolu gayet şahane, yol üzerindeki tabelalara bakarken Nea Moudania tabelası ilgimizi çekti ve saptık. Tahmin edilebileceği gibi burası mubadele ile bizim Mudanya'dan göç edenler tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi. Şehrin kuzey batıya doğru bakan gayet guzel bir plajı var, burada biraz denize girip çıktık ve havanın kapanması ile beraber havanın daha açık gözüktüğü yarım adanın güney ucuna doğru gidelim dedik. GPS üzerinden plajları bulup en yakın olanını seçtik, nispeten kolay ulaşılabilir bir plaj olduğundan 15 dakikalık yolculuk sonucu vardik fakat beğenmeyerek daha uzak bir plaja doğru yola çıktık ama bu sefer cihaz bizi plaj olarak işaretlenmis ama solda görüldüğü gibi adam kesseler kimsenin haberi olmayacak bir yere götürdü. Öğlen vakti arabada yolculuk etmenin verdiği sıkıntı ile burada yüzdük biraz ve 15 dakika güneşlendikten sonra kaçtık arkamıza bakmadan. Şansımızı bu sefer yarım adanın doğuya bakan tarafındaki bir plajda deneyelim dedik GPS bu sefer de bizi arabayı yarı yolda bırakıp deniz kıyısından kayalıklar arasından 15 dakika yürüme mesafesindeki düzgün bir yere yönlendirdi. Emin olmamakla beraber Nea Fokea'nin güneyinde kalan bir plajdı. Bu bölgede deniz girişte taşlık olsada 10-15 metre sonra zemin kum, su pırıl pırıl. Sahil şeridi boyunca beach club tarzı yerler mevcut, giriş parali olmasa da bir şeyler yemek icmek şart, fiyatlarda 2 şer kola-tost 14 euro civari.

Bütün gün burada takıldıktan sonra Selanik'e geri dönmek üzere yola çıktık ama daha önce dedelerimin doğduğu Langaza'yi görmeye gittik. Burası şu anda yaklasik 16 bin kişinin yaşadığı bir yerleşim bölgesi. Oradan göç eden büyüklerden hayatta kalan kimseyle görüşemediğim için buraya yaptığımız ziyaret gezip görmekten ibaret oldu.

Langaza'dan çıkıp otele döndükten sonra yemek için bu sefer bir önceki akşam gittiğimiz mekanın yanındaki yere gitmeye karar verdik. Burası mezeden ziyade daha çok et yemekleri yapan bir yerdi ve biz de doğal olarak damarlarında asil kan dolaşan her Türk gibi ortaya karışık ızgara siparişi verdik. Fiyatlar yandaki mekana göre daha uygun. Bu arada her iki mekanın da bulunduğu meydan sanirim burasi. Bu mekanlarda en çok dikkatimizi çeken şeylerden birisi 20 masaya 3-4 garsonun bakmasıydı. Şef, komi gibi olaylar yoktu ve adamlar arı gibi vızır vızır çalışıyordu.

Bir sonraki yazı Meteora üzerinden Atina.